|
BÜLBÜLÜN ŞARKISI
Ölüm, fevkalade yetenekleri, büyük şahsiyetleri, ölümsüzlüğün bağrına teslim ediyor. Onları efsaneleştiriyor, mite dönüştürüyor, mecazlaştırıyor, büyük yaratıcılığın başlangıcını sembolleştiriyor. Zaten yaşanası insan hayatına derin bir anlam veriyor. Halk türkülerini emsalsiz icrasıyla ve yaratıcılığının tam çiçek açtığı bir dönemde Kadriye Latifova da bir çok dahilerin talihini paylaşmış oldu. Aramızdan bundan kırk yıl önce ayrılmasına rağmen onun şarkı ve türküleri hala unutulmuş değil, niceler tarafından hem dinleniyor, hem de icra ediliyor. Aranıyor mu aranıyor. Bu da onun büyük bir ses sanatçısı olduğunu göstermektedir, hayranlarını büyülediğinin bir göstergesidir. Velhasıl “Rodopların Bülbülü” daha sağlığında efsaneleşti. Rodopların çalışkan ve namuslu insanları, tiyatro ekibi köy ve mahalleleri ziyaret ederken “Kadriye’nin tiyatrosu geliyor!” diye alabildiklerine seviniyorlardı.
Yeryüzünde Tanrı verisinden daha değerli bir şey yoktur. Kadriye Latifova 1952 yılında sahneye ilk çıkışlarıyla herkesin dikkatini celbediyor. 1955 yılında ise, başkent Sofya’da düzenlenen Halk Şarkısının Birinci Ulusal Toplağında yeteneğinin doruk noktasına çıkıyor, birincilik kazanıyor. Böylece hem Güney, hem de Kuzey Bulgarsitan’da ün yapıyor. Tiyatronun sembolü, amblemi ve adeta ruhu halini alıyor. Haskovo’ya bağlı Golemantsi köyünün alelade kızının adı şahaneliğin ve sanatta büyük hünerin eşanlamına dönüşüyor. Kadriye Latifova yeteneğini korudu, sonsuza dek tanrı yeteneğinin sembolü olarak kaldı.
Kadriye Latifova’nın sahnede bulunduğu yıllarda mikrofon filan, seslendirme tesisatı yokmuş. Konserler köy meydanlarında veya belirli alanlarda düzenleniyormuş. O dönemde mesleğinde ün ancak sahnede ne yaparsan onunla kazanılıyormuş. Plaklar daha sonranın ürünü. Mikrofonsuz şarkı ve türkü icrası ise başka bir ustalık istiyormuş. Dört yanı çınlatacak sesa sahip olmak icap ediyormuş. “Sevgilim, aşkım benim, seni seviyorum...” ifadeleri ovada fısıldamakla dinleyicilere erişemez ki. İnsanımızın son derece duygulu anlar yaşadığı bir zaman dilimiymiş o günler. O dönemde milyonlarca para filan düşünen yokmuş, tek şan şeref peşince koşuyormuş insanlar. Amaç bir başkalarını da sevindirebilmek ortada. “Salonda mı olacak, kırda, ovada mı olacak Kadriye türkü söylemeye başlayınca etrafa bir sükûnet çöküyordu, küçük çocuklar bile ağlamayı kesip susuyorlardı.” diye anımsıyorlar onunla tiyatroda beraber çalışanlar.
O sahnedeyken seyirciler: “Susun Kadriye türkü söylüyor!” diyerek kendilerin güzelim melodilerin akışına kaptırıyorlardı, adeta kendilerinden geçiyorlardı.
Kadriye Latifova’nın hayatını şarkılar, türküler oluşturuyordu. Oğlu Vejdi Raşidov: “Ben annemin şarkılarıyla düşüp kalkıyordum, onlarla yaşıyordum. Annem sabah, öğle, akşam demeden daima şarkı ve türkü söylüyordu. Fakat ben o zaman annemin söylediği şarkı ve türkülere pek önem vermiyordum. Bunun önemini büyüdükten sonra anladım. Şarkı ve türküler onun talihiymiş meğer.” diye hikâye ediyor annesinin yaşamını.
Rodop Bülbülü’nün sesi!
Yapmacık bir ses değil, insanı emsalsiz duygulandıran doğal cilasız bir sesti. Türkülerinin büyük bir kısmını kaynaklardan şahsen kaleme alıyormuş. Seçim yapma yeteneğine sahipmiş Kadriye Latifova. Seyircileri nasıl coşturacağını bilen bir ses sanatçısıymış o. Rodoplar ise güzelden güzel türküler kaynağı. Türkülere hayat veren ise onları icra eden sanatçıdır, yalnız sözler sahnede kalır, bakarsın zamanla unutulur gider. Kadriye’nin sesiyle ise Rodop türküleri efsaneleşip sonsuzluk yolculuğuna çıkıyorlarmış. Seher vakti otlara düşen çiğ kadar temiz, büyüleyici, baladik bir sesi vardı Kadriye’nin. Rodop ahalisi candan seviyor öz ses sanatçısını, övmeyi pek sevmese de, Kadriye’den söz olunca ifadelerin güzelden güzelini esirgememektedir.
- Bu zayıf vücut bu sesi nereden buluyor! Diye şaşıp kalıyorlardı Kadriye’yi dinlerken.
Kadriye’nin icrasında sunilik, yapmacıklık yoktu. Sanat istemlerine cevap veren bir üslubu vardı fakat. “Şarkılarıyla çalım satmayı, gösteri yapmayı sevmiyordu Kadriye. Tesadüfi kişilere yaranabilmek için küçük yaşmadı... O, ancak sevgi ve saygı için dünyaya geldiğini anlıyor gibiydi. Kendini sanatçı olarak ucuza harcamak isteyenlerden değildi. Kadriye yalnız bir türküyü değil, bütün türkülerini sanki bir solukta çıkarabilen bir sanatçıydı.” diyordu ünlü ses sanatçısı ve şair Osnman Aziz.
O, şevkiye, çalışkanlığıyla ve müzik duygusallığı ile Kırcaali Estrad Tiyatrosu’nun orta direğiydi. Onsuz konser olmuyordu. Hayranları onu her yerde sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bir defasında haddinden ziyade dindar olan bir Rodoplu onun türkülerini işitince içten gelen kederli bir sesle:
-Yüce tanrıya iman eden bir kişi olmasaydım, seni tanrıça olarak seçerdim kendime! diye çığlığı basıyor.
Bu ifadenin yorumunu yapmayı üzerime almıyorum.
Kadriye’nin gözleri!
Kadriye’nin gözleri dahi şarkı, türkü söylüyordu adeta. Çeşitli kişiler çeşitli anımsıyor Kadriye’nin gözlerini. Bazıları mavi-yeşil diyordu, bir başkaları yalnız yeşil diyorlardı, fakat ışığın etkisinde renkten renge giriyor, çakırlaşıyordu diyorlar. Önümüzdeki fotoğrafları gözden geçirelim. Toplu fotoğraflarda Kadriye’nin gözleri tebessümünden farksız şırlıyor bakışları mesteyliyordu.
Repertuvarı!
Kadriye Latifova’nın repertuarı 600 üstünde türkü ve şarkıdan oluşmaktadır. Radyonun altın fonunda 200 dolayında banda alınmış türküsü var. Memleketin dört bir köşesinde yüzlerce konser vermişti. Türkülerinde aşk var, keder var, insan yaşamının iyilikleri, kötülükleri, Rodop kadınının güzelliği ve Rodop Dağlarının şirinliği dile getiriliyor. O türküler Rodoplunun doğup büyüdüğü köyüne sevgisini, bağlılığını, dağ başında ilk aşkını, gurbete gidip de bazen dönmeyen sevgilisini, yürek yakıcı ayrılıkları tasvir ediliyor. Burada duygu ve anlam bir bütün. Dinlemeye başlayınca insan gözyaşlarını tutamıyor doğrusu. Çiğdem ve menekşeleriyle, kızılcık ağaçlarıyla, insanoğlunun tırmanamayacağı sivri tepeleriyle, delice akıp giden Arda’nın köpüklü sularıyla, insanları bir araya getiren veya ebedi ayıran yollarıyla, önümüzde yaslanıp gidiyor. Geçmişin masalları hafızalarda canlanıyor; büyük gerçekler zaman tanımadan yaşamını sürdürüp gidiyor...
Kadriye’nin türküleri sevinç, keder, ağrı, acı, aşk ve sevgiye heves demek. Bu türkü ve şarkılarda bayram törenleri, aşk, kıskançlık, ayrılık üstün geliyor. Ünlü ses sanatçısı sık sık: “Türkülerimin insanları coşturmasını, şahlandırmasını, türkülerimin bana benzemesini istiyorum.” sözlerini tekrarlıyormuş. “Kadriye geniş kalpli bir kadındı, diyor devamen Osman Aiziz. Belki o yüzden de türkülerinde Rodop kadınına büyük yer ayırıyor. Rodop kadını onun türkülerinde en büyük, en narin ve evine, ailesine en sadık kadındır. İşte otuz yıldan beri Kadriye’nin meçhul Emine türküsü ağızlarımızdan çıkıp semalara doğru yayılıp gidiyor ölümsüzlüğün bir izi olarak. Eşine rastlamadığımız “Alişim’in Kaşları Kare”, “Lovça’nın Ardında Kaya” veya “Kızılcıklar Oldu mu” gizli ellerin Rodop kilimi misali dokuduğu bir hayat kilimi değil midirler? Bütün bunların tek şifresi Rodoplar’ın yarınıdır.” diyerek sözlerini noktalamış oluyor Osman Aziz.
Kadriye’nin hangi türküsünü anımsasak hep altında bir aşk macerası gizleniyor. Nefret edilecek aşk veya güzel aşk yoktur. Aşka tutuldun mu bir, Kerem gibi yanıp kül olmak var ancak! Aşk, Kadriye’nin türkülerinde yol gösteren güçlü bir ışıktır.
***
Kadriye Latifova meslektaşları arasında dikkat çekici insani bir tutum takınmaktadır. Çıkar gözetmeksizin arkadaşlık sadakatine sahip bir kişidir. Onun herhangi birisine yüksek sesle hitap ettiğini veya darıldığını gören olmamıştır. Sürekli tebessümüyle Kadriye herkesi bağışlamasını biliyordu. İyi ve uslu başlı biriydi. Türkü söylerken sesi nasıl mülayim mülayim akıp gidiyorsa, öylece de kendine yapılan hareketi bağışlayarak affedip geçiyordu. Arkadaşları arasında yersizlik ve yolsuzluklara yer vermiyordu. Büyükler öyledir zaten... O, büyük insanın büyük yaratıcı, sanatçı arasında uyum sağlamasının örneğini görüyoruz. Kadriye daha sağlığında insanlarda sevgi ve saygı, insancıl duygu aşılıyordu.
Osman Aziz şöyle ilginç bir olay anlatıyor. Sofrada Kadriye’nin karşısında oturan bir Rodplunun eşine “Ev bekçiliğinden başka bir işe yaramaz!” deyince suratına sapasağlam bir şamar yiyor. Kadriye Karacaoğlan’ın kadın hakkında ne dediğini pekiyi biliyordu. O, asırların bize mirasını ışığın yolumuzu aydınlatmasından farksız dillendiriyordu, diyerek anılarını canlandırıyordu Osman Aziz.
Kadriye bir salon şarkıcısı, sanatçısı değildi. Onun yıldız misali parlak günleri halk toplamları, panayırlar, düğünlerdi... Tiyatronun temsil verdiği anlarda Kadriye ortalarda olmasa bile, insanlar yine onun türkü ve şarkılarıyla eğlenmeye çalışıyorlardı, neredeyse yalnız onun dinlemek istiyorlardı.
Omurtag turnesinde temsilden sonra düzenleyici kurulu tiyatro şerefine akşam yemeği veriyor. Kadriye bu anda okuma yurdu sekreterini ziyarete gitmişti. Yemeğe katılanlar 30 dakikadan fazla bir zaman onu bekliyorlar. Demir Baba Tekkesi konserinde ise Kadriye’yi beş defa bise tutuyorlar. Türkülerine doyum olmadığından tabii...
Çamdere’de, Banite, Fotinovo, Gorno Prahovo köylerinde, Haskovo, Plovdiv, Sofya şehirlerinde hep böyle. Alkış üstüne alkış. Memleketin neresine gitse hep aynı sürekli alkışlardan kurtuluş yok... Studen Kladenets (Soğuk Pınar) barajının açılışından dönerken tiyatro ekibi karanlığa kalmamak için acele ediyor. Fakat yol boyunda dört kadın onları bekliyor. Tütün kazarken konsere gidememişler. Fırsattan yararlanıp Kadriye Latifova ile iki laf etmek niyetleri. Antik bir öyküde olduğu gibi, hiç olmazsa elbisesinin bir ucuna dokunabilsinler.
Başlangıç...
Sıcak bir bahar akşamı. Yıl 1952. Ova yemyeşil. Karşıda dağ batan güneşin ışınları altında bembeyaz. Dimitrovgrad şehir meydanı insan dolu. Herkes salona girmek hevesinde. Devlet Türk Estrad Tiyatrosu gelmiş. Seyirciler arasında Kadriye ve eşi Latif Latifoflar da yer almış. Temsil sonra tiyatronun öncüleri onlara misafir oluyor.
Küçük madenci odasında 10 kişi üst üste. Genç ailenin iki odası var. Odalar aydın, tertemiz mütevazıca çeki düzen verilmiş odalara. Misafirlerin bulunduğu oda iki karyola, ortada bir masa, dört iskemle. Yanda bir dolap, pencerelerde iki çiçek saksısı. Diğer oda daha küçük. Yerde serili bir döşek. Döşeğin üstünde de iki küçük çocuk yatıyor.
Misafirler kıyafetlerine bakılırsa iyi, eğitimli ve akıllı kişiler. Başlıca tiyatro konusunu dile getiriyorlar. Ses sanatçısı ve dansöz kesatlığından söz ediyorlar bir sıra. Kadriye yanda duruyor, muhabbete kulak veriyor, meze ve salata hazırlıyor. Zaman zaman diğer odadaki çocukları gözden geçiriyor. “Bu akşam bizim misafirlerimiz aydın kişiler. Hep ciddi konular üzerinde durdular. Aralarında tek ben yarı okumuş kişiyim. Acaba benden izlenimleri ne olabilir?” diyor kendi kendine Kadriye Latifova. Nereden bilsin ki, bu masifirler onun talihini bir başka yöne çevirecekler?
-Tiyatroya kadınları celbetmek çok güç. Kocaları tutumcu. Eşlerini tiyatroda çalışmaya salmıyorlar. İş yapan da seyrek zaten, diyor tiyatro müdürü Ahmet Rabişev ve genç ailenin sağlığına kadeh kaldırıyor. Muhabbet geç saatlere kadar sürüyor. Bir ara Latif eşi Kadriye’ye dönerek:
-Kadriye, bir türkü söyle de misafirlerimizi şenlendirelim, diyor. Genç kadın endişeleniyor. Türlü törenlerde, imecelerede, tarlalarda defalarca türkü söylemişliği var. Ama böyle aydın kişiler önünde hala söylemiş değil... Neyse tutturuyor bir türkü;
“Alişimin kaşleri kare
Sen açtın derdime yare.
Bulamadım derdime çağre
Bulamadım dedime çağre.”
***
Misafirler yiyip içtikten sonra gitmek istiyorlar. Ama yerlerinde mıhlanmışçasına kalıyorlar, birbirlerine bakakalıyorlar. Ne oldu şimdi? Aliştir, Alişin kaşleridir...
Alişimin Kaşleri türküsü Kadriye’nin kaşlarına kaş yakıyor.
-Rodopların Bülbülü! diyor yükskek sesle tiyatro ansambıl şefi ve tiyatro kurucularından Ahmet Hüsmenov. Sözlerine devam ederek: - A be Latif Bey, bu şahane sesi nerelerde gizlemişsin şimdiye kadar? diyor.
-Latif, diye söze katılıyor Ahmet Babişev, galiba bizi bu akşam size talih göndermiş. Kadriye muhakkak tiyatroda işe başlamalıdır.
***
Yıl 1955. Sofya’da Halk Şarkıları Birinci Ulusal Yarışması düzenleniyor. Yarışmada Kadriye Latifova birinci ödüle layık görülüyor. Kadriye Latifova ölümünden sonra “Kiril ve Metodiy” nişanıyla taltif edildi.
30 Myıs 1993, Kırcaali, Gençlik Sarayı
Kırcaali Belediyesi ve Ömer Lütfi Kültür Derneği Kadriye Latifova’nın doğumunun 67. yılını anma töreni düzenlediler. Kadriye’nin yıldızlar misali parlak anısı etraftan onlarca kişiyi, memleketin dört bir köşesinden Kadriye’nin meslektaşlarını ve Türkiye’ye göç etmiş olan nicelerin bir araya toplanmasına neden oldu. Kadriye’nin oğlu Vejdi Raşidov da buradaydı. Vejdi’nin şu sözleri hala kulaklarımızda çınlıyor:
“Bu gece burada neler hissettiğimi, nasıl duygulandığımı bana asla sormayın. Güya sert kalpli biriyim, oysa aniden yumuşadım, eriyiverdim. Annem bu gece tümünüze minnettarlığını ifade ediyor, çünkü sizler onu kalplerinizde yaşatmaya devam ediyorsunuz, türkü ve şarkılarıyla yanıp kavruluyorsunuz...”
Tören gecesi Kadriye’nin en güzel türkülerinden “Ölüm var, ayrılık yok” türküsü salondakilerin kalplerini mest eyledi, adeta sanat aşkıyla esir etti.
Ömer Lütfi Derneği’ne bağlı şarkı ve dans çocuk topluluğu Kadriye’nin adını taşıyacak.
Vejdi:
“Annemin türkü hazinesini kutlamaya, onun şarkı ve türkülerini doya doya dinlemeye toplanan insanlara bir şey söyleyemedim bu akşam. Törene gelenler tüm anılarını, sevgi ve saygılarını sergilediler. Onun için de bana onlara annemin adından şükranlarımı ifade etmekten başka bir şey düşmüyordu. Siz onun hayranları ve benim dostlarım onu hayata çevirdiniz. Canlılar arasına kattınız. Sağ olun, var olun!..” diyebildi ancak.
Ziyaretçi sayısı: 9246
|
|